Türkiye-Birleşik Krallık stratejik işbirliği ne getirecek?

Türkiye-Birleşik Krallık stratejik işbirliği ne getirecek?

Brexit sonrası önem kazanan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son Londra gezisi ile de en önemli seviyeye ulaşan Türkiye-Birleşik Krallık güvenlik ve savunma işbirliği, çok yönlü niteliği ile ciddi bir potansiyeli beraberinde getiriyor. Her iki ülkenin yetenekleri kadar, jeopolitik kimlikleri de söz konusu ittifakı daha sonuç alıcı bir hale getirebilir

Jeopolitik kimlik açısından Türkiye-Birleşik Krallık stratejik işbirliği

Türkiye ile Birleşik Krallık güvenlik ve savunma işbirliğinin doğal olarak bazı önemli temalar içermekte olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Öncelikle, Londra ve Ankara’nın, Kıbrıs’ta garantör konumunda olan ve adada ileri askeri üsleri bulunan iki aktör olduğunun altını çizmeliyiz. Bu durum, özellikle Doğu Akdeniz’de enerji jeopolitiği ve zorlayıcı donanma diplomasisinin sürdüğü bir dönemde büyük önem kazanıyor. Crans Montana görüşmelerinin istenilen sonuca ulaşmaması sonrasında yeni bir belirsizlik dönemine giren Kıbrıs sorununun geleceği açısından, söz konusu ittifak büyük önem taşıyacaktır.
Ankara-Londra arasındaki güvenlik ve savunma işbirliğinin bir diğer jeopolitik boyutu, iki ülkenin uluslararası kimlikleri ile yakından ilintili. Türkiye ve Birleşik Krallık’ın, AB üyesi olmayan, ancak NATO’nun önde gelen iki askeri gücü olarak işbirliği yapması, Kuzey Atlantik İttifakı açısından da -özellikle Transatlantik bağların sorgulandığı ve Avrupa’da yeni askeri işbirliği zeminlerinin arandığı bir dönemde- büyük anlam ifade edecektir. Elbette, bu iki önemli ülke arasındaki işbirliğinin gelişmesi, özellikle Türkiye’ye karşı sürdürülen ve NATO üyeliğini sorgulayan propaganda faaliyetlerinin akamete uğratılması için önemli fırsatlar sunabilir.

Savunma sanayi imkanları

Birleşik Krallık ile güçlendirilmiş şekilde ilerleyecek işbirliğinin Türk savunma sektörüne önemli bir katkısının olacağı da gözden kaçırılmamalı. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra temaslarına Savunma Sanayi Müsteşarının da iştirak etmesi, Ankara’nın ikili ilişkilerden beklentileri konusunda ciddi bir fikir veriyor.
Bu bağlamda, geçtiğimiz günlerde İngiliz Mira firması ile Katmerciler, Delta ve Savronik’in imzaladığı anlaşma, kritik bir aşamayı işaret ediyor. Zira söz konusu anlaşma, Türkiye’nin insansız kara aracı geliştirme çabaları için ciddi bir dönüm noktası olabilir. Anımsanacağı üzere, Zeytin Dalı Harekatı sürerken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, silahlı İHA’lar konusunda elde edilen başarının, ‘insansız tank’ hedefi ile sürdürülmesi amacının altını çizmişti. Türkiye’nin gerek Fırat Kalkanı, gerekse Zeytin Dalı harekatları sırasında tecrübe ettiği hibrit harp ortamları, gelişmiş insansız teknolojileri gerekli kılıyor. Türk savunma sanayi, dünyadaki trendler ile benzer şekilde, ilk ciddi başarılarını muharip İHA sistemlerinde gösterdi ve bu alanda dünyanın sayılı aktörleri arasına girmeyi başardı. Öte yandan, insansız kara araçlarında da yükselen trendler dikkat çekiyor ve özellikle hava ve kara sistemleri arasında müşterek harekat yetenekleri öne çıkıyor. Dünyada insansız kara araçlarının henüz hedeflenen seviyede olmadığı bir gerçek. Öte yandan, insansız sistemlerde artan otonomi, yapay zeka alanında yaşanan gelişmeler ve insansız sistemlerin diğer insanlı ve insansız sistemler ile işbirliği yetenekleri arttıkça, robotik harp yeni bir düzeye çıkacak. Dolayısıyla, tam da belirtilen paradigma kırılmasının yaşandığı bir çağda, Türk ve Birleşik Krallık savunma sektörlerinin muharip insansız kara araçları segmentinde işbirliği geliştirmesi, Türkiye’nin savunma planlaması hususunda da dikkatle izlenmesi gereken bir atılım.
Elbette bir diğer önemli konu da, Türkiye’nin Milli Muharip Uçak (TF-X) projesinde, İngiliz savunma sanayinin potansiyel katkısı. Örneğin, en kritik bölümlerden biri olan motor konusunda Rolls Royce tarafından sağlanacak teknik desteğin çok olumlu etkileri olması bekleniyor.

Güvenlik ve istihbarat işbirliğinin olası yansımaları

Savunma sanayi alanındaki portföyün dışında, güvenlik ve istihbarat işbirliği olanaklarının da yeni imkanlar sunacağını söyleyebiliriz. Elbette, bu konuda yapabileceğimiz değerlendirmeler açık-kaynaklar ile sınırlı. Öte yandan, gerek Türk gerekse Birleşik Krallık istihbaratlarının Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi başta olmak üzere, geniş bir alanda köklü ilişkiler ağına ve etkili yeteneklere sahip olduğu biliniyor. Ayrıca, her iki ülkenin stratejik kültürel kodlarında imparatorluk geçmişlerinin -birbirleri ile rekabeti de içeren- önemli izleri var.
Türk-İngiliz istihbarat işbirliğinin genişletilmesi konjonktürel olarak iki boyutta kritik anlam ifade edebilir.
Bunlardan ilki, Transatlantik güvenlik mimarisi ile ilgili. Bilindiği üzere, NATO, son yıllarda önemli bir istihbarat reformu yapıyor. Özellikle istihbarat faaliyetlerini yönetmek üzere bir genel sekreter yardımcısı pozisyonunun ve yeni bir teşkilat yapısının oluşturulması, söz konusu reform ile ciddi bir dönüşümün amaçlandığını göstermekte. Ayrıca, DEAŞ ile mücadelenin geldiği boyut ve Varşova Zirvesi’nde alınan, İttifak’ın güney kanadına ‘istikrar projeksiyonu’ hedefi de sadece üye devletler ile değil, Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi çerçevesinde partner ülkeler ile istihbarat işbirliğini zaruri kılıyor.
Somut biçimde ortaya koymak gerekirse, daha birkaç yıl öncesine kadar DEAŞ ile mücadeleye ilişkin uluslararası konferansların en önemli gündem maddeleri Rakka, Musul, el-Bab gibi yerlere yönelik askeri harekatlar iken; 2018 yılında düzenlenen konferanslarda yabancı terörist savaşçıların izlenmesi, terör örgütünün finansman imkanları ile mücadele edilmesi, sınır güvenliği gibi başlıklar ön plana çıkmakta. Diplomatik nezaket çerçevesinin sınırlarını biraz zorlayalım; belirtilen konularda NATO’nun doğu kanadında, Orta Avrupa’da ya da kuzeyde bulunan ülkelerin güvenlik ve istihbarat servislerinin sağlayabileceği katkılar ile Türkiye, Birleşik Krallık, Fransa gibi ülkelerin yapabilecekleri arasında çok büyük bir uçurum var. Dolayısıyla Ankara ve Londra’nın genişletilmiş işbirliği çerçevesinin, NATO’nun yeni güney kanadı güvenliği anlayışına ilişkin çabalar açısından büyük getirileri olabilir.
İkinci olarak, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler arasında yaşanan krizler, İsrail ve İran’ın Suriye’de doğrudan çatışma sürecine girmesi, Suudi Arabistan’ın güç dengelerine ilişkin olası kırılma ihtimalleri, Suriye’nin inşası gibi konular, Ortadoğu’da yeniden şekillenme trendlerine ilişkin güçlü işaretler veriyor. Bu tip dönemlerde, bölgede etkin aktörlerin aralarındaki ittifak ve rekabet ilişkilerinin belirleyicilik kapasitesi ön plana çıkar. Dolayısıyla, Ankara ve Londra arasında güvenlik işbirliğinin geliştirilmesinin, Ortadoğu’nun yeniden dizaynı döneminde de potansiyel sonuçları olacak.
Birleşik Krallık’ın, dünyanın en iyi işleyen istihbarat ittifaklarından biri olan Five Eyes’ın bir üyesi olduğunu da (ABD, Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda) anımsatalım. Dolayısıyla, Brexit ile AB, Five Eyes mensubu tek üyesini kaybederken, Ankara ile Londra arasında gelişen ilişkilerin önemi, kamuoylarının hiç bilemeyeceği veçhelerde, daha da artabilir.

'Süveyş’in Doğusu' ve yeni ufuklar

Son olarak, incelemeye konu denklemi tam olarak anlamak için bir süredir İngiliz strateji çevrelerinde “Süveyş’in doğusuna dönüş” tartışmalarının ciddi bir yer tuttuğu bilinmeli. Britanya İmparatorluğu’nun Uzak Doğu’daki hayati çıkarlarının korunması için oluşturulan Süveyş’ten Hong Kong’a kadar uzanan askeri üsler ve donanma varlığı zinciri, yüz yıllar boyunca Londra’nın dünyaya ilişkin jeopolitik algısının temelini oluşturmuş idi. 2000’li yılların başında ise, Kraliyet Silahlı Kuvvetleri hiç olmadığı kadar küçülmüştü ve zaten daha öncesinde, Soğuk Savaş’ın ortalarında da Süveyş’in doğusundaki varlığını sonlandırmak durumunda kalmıştı.
2013 yılında, etkili İngiliz düşünce kuruluşu RUSI’nin, “Süveyş’in doğusuna dönüş” başlıklı bir rapor çıkarmasıyla yeni bir boyut kazanan tartışma, son yıllarda ABD’nin Ortadoğu’dan tedrici olarak çekilmesi ve Asya Pasifik bölgesinde -ki burada Birleşik Krallık’ın çok önemli ticari ilişkileri bulunmaktadır- Çin Halk Cumhuriyeti ile giderek ısınan bir rekabet içine girmesiyle farklı bir hal aldı. Son olarak, Kraliyet Donanması’nın Bahreyn’deki üssüne kalıcı olarak geri gelmesi, ‘Süveyş’in doğusuna dönüş’ tartışmalarının daha somut bir boyuta geçmesini sağladı.
Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken, diğer yandan da Suriye’de yaşanan savaş, bu çerçevede DEAŞ ve PKK/YPG gibi terör örgütlerinin yükselişi, Ankara’yı eski bir imparatorluk toprağında sınır ötesi harekatlar icra etmeye ve ileri üsler kurmaya mecbur bıraktı. Elbette Suriye’de yaşanan dramın insani yükünü de NATO ülkeleri arasında en çok Türkiye’nin omuzladığı vurgulanmalı. Ayrıca, daha önceki yayınlarımızda belirttiğimiz üzere Türkiye, Katar’dan Somali’ye uzanan ileri üsleri ile jeopolitik yeteneklerinde yapısal bir dönüşümü de sürdürüyor.
Bu noktada, yukarıdaki referansları abartılı biçimde yorumlayarak, Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ittifak ilişkilerini, emperyal bir dizayn gibi değerlendirmekten kaçınmak gerekiyor. En azından, elimizdeki açık-kaynaklı veriler böyle bir analize ulaşmayı mümkün kılmıyor. Ancak, şu gerçeği de görmemiz lazım; Türkiye ile Birleşik Krallık’ın birlikte atacağı her adımın bölgesel sonuç doğurma kapasitesi çok yüksek. Emperyal bir dizayndan bahsetmek için yeterli veri yok, ancak stratejik kültürlerinde imparatorluk unsurları taşıyan iki devletten söz ettiğimizi, her iki ülkenin de sınırlarının ötesinde askeri üslerinin bulunduğunu, Ortadoğu’da istihbarat yeteneklerinin ciddi seviyede olduğunu ve silahlı kuvvetlerinin güç projeksiyonu kabiliyetleri inşa ettiğini (Londra’nın devam eden uçak gemisi projeleri ile Ankara’nın çok maksatlı amfibi hücum gemisi projeleri bu konuda en önemli örneklerdir) vurgulamak gerekiyor. Öyleyse biraz da iddialı bir ifadeyle bitirelim: Sayılan tüm nedenlerle, Türkiye-Birleşik Krallık savunma ve güvenlik işbirliği -özellikle de Brexit sürecinde- dünyada, söz gelimi, PESCO’dan daha dikkatle izlenmesi gereken bir trend. Zira söz konusu iki devlet, güvenlik ve savunma meselelerini sonu gelmeyen bürokratik tartışmalara çeviren birçok Avrupa ülkesinden farklı olarak, tehditlere karşı ‘somut sonuç elde eden’ yaklaşımlara ve kapasiteye sahip.
AA